Kayıtlar

Nisan, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

NAZIM'IN ŞİİRİ

Resim
      NAZIM'IN ŞİİRİ     Nazım'ın defterindeki ilk şiiri 3 Temmuz 1913 tarihini taşır. ‘Feryâd-ı Vatan’ başlıklı bu şiiri Nâzım Hikmet on bir yaşında iken yazmıştır. Balkan Savaşı’nda Osmanlıların yenik düşmesi ve düşmanların Çatalca’ya kadar gelmesi üzerine kaleme alınan şiirde şairin bundan duyduğu derin üzüntü ile çok sevdiği yurdunu kurtarma istek ve umudu yansıtılmaktadır. Fakat, kendisinin açıklamasına göre, ilk yazdığı şiir ‘Yangın’dır. Bu şiiri, evlerinin karşısındaki bir binada çıkan yangın üzerine 19 Aralık 1914 tarihinde kaleme almıştır. Ölçüsüz, daha doğrusu, bozuk düzenli bir denemedir. Şairin deyimiyle, vezni, büyükbabasının yüksek sesle okuduğu aruzla yazılmış şiirlerin kulağında kalan ses taklitleriyle yapılmıştır. FERYAD-I VATAN Sisli bir sabahtı henüz Etrafı bürümüştü bir duman Uzaktan geldi bir ses ah aman aman! Sen bu feryad-ı vatanı dinle işit Dinle de vicdanına öyle hükmet Vatanın parçalanmış bağrı Bekliyor senden ümit NAZIM HİKMET/1913 ___________________

10 NİSAN

Resim
"Aptallık bu memlekette o kadar yaygın ki, kapıyı pencereyi sıkıca kapamazsan havayla bile içeri girer.Dünyanın en bulaşıcı hastalığıdır aptallık." Mutluluk / Zülfü Livaneli

AKIL HASTALARINDAN ŞİİRLER

Resim
   Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde bir dönem personele okuma yazma eğitimi vermiş olan Bedia Tuncer, bir taraftan da akıl hastalarıyla ilgilenmiş ve akıl hastalarının yazdıkları şiirleri derleyerek bir şiir kitabının yayınlanmasına vesile olmuş. 1964 senesinde Matbaa Teknisyenleri Basım evince  İstanbul ’da basılan  kitap , belki de dünyada türünün tek örneği. KAYNAK: https://www.magaradergisi.com/fikir/424-inilti-

İSTANBUL

Resim
      Sırtımda bir esinti, battaniyemi aldım ama ısınamıyorum. Ellerim buz gibi oldu, içim titriyor soğuktan. Havanın güzelliğine aldandım, geri çeviremedim bu daveti. Defterimi kalemimi kaptık hemen çıktım balkona. Güneş kaçıyor bulutlar ve ay onu kovalıyor sanki, ben de titreyen ellerimle yazmaya çalışıyorum. Baharı korkuyorum. Ne kadar deseler de İstanbul’un havası pis diye, kabul etmiyorum hiç birisini. Bu hava, bu gökyüzü, bu ayaktanlık nerede var ki? Hangi şehir, güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeden bütün kötülüklerini içine gömer ki? Hangi şehir, tarihin adını isminde    taşır ki? Hangi şehirde yüz binlerin atası var ki? Ben İstanbul’a olan sevgime cevap verebilmek için liseden beri buranın tarihini okuyorum, ben bu şehirden başka yerde asla yaşayamam diyen ben, İstanbul’dan vazgeçemem diyen bir ben ne olacak ki ondan vazgeçeyim vazgeçebileyim... Her karışını ezberlemeye çalışırken ne olacak halimiz. Ve şükrediyorum yine bu güne kadar gördüklerimden ve ümitle, dua ediyorum görec

NİSAN

Resim
             Her yıl birinin aynısı gibi mi geliyor? Neden Nisan’lar    hep aynı? Ayı yarılamak üzereyiz, güneş bütün varlığıyla kocaman doğuyor günlerimize. Havalar o kadar güzel olmaya başladı ki, haller evlerde bunalımda olsada nefes alma imkanı olanlar, dolduruyor baharı göğüslerine.    Bir insan her bahar mutlu olur mu? Havanın maviliği, hafif esintisi, güneşin sıcacık bakışları... Beni hep böyle havalar mahvetti...    Her yıl kurduğumuz bir cümle; ‘bahardandır kardeşim’. Şu zamanda çıkabilsek evlerimizden keşke, baharın tadına Üsküdar sahilde varsak mesela, Kuzguncuk’ta tepelere çıksak, Karaköy’de tatlı yesek, İstiklal’de yürüsek, Süleymaniye’de namaz kılsak, Kabataş’tan Beşiktaş’a koşsak durmadan soluksuz kalana kadar. Marmaray’ın kalabalığına laf saysak habire, metroda boş vagon kovalasak, vapurda koltuk kapmaca oynasak...    Yaşlıları ziyaret edebilsek keşke mesela, dümdüz oturup oynasak çocuklarla sahilde, sonra seyre dalsak denizi o sakinliğini, ince ince akışını... Düşünmek

MUTSUZ DEĞİLİM AMA MUTLU DA DEĞİLİM :)

Resim
        Ne büyük ikramdı insana anlaşılabilmek. Ne büyük lütuftu, hediyeydi... 7 milyar insanın nefes aldığı şu kocaman yer yüzünde farklı diller, ırklar, yaşamlar olmasına rağmen ve aynı dili kullanan milyonlarca insan olmasına rağmen birbirini anlayamamak ve anlaşılamamak ne kötü bir durum değil mi? Yoruluyor insan kendini anlatmaya, nedenlerin, sebeplerinin cevaplarını vermeye çalışmaktan. Bazen yeni insanlar tanımak istiyorum, farklı yüzler görmek, onlarla hoş sohbetler etmek, kendi fikirlerimi, düşüncelerimi onlarla paylaşmak... Ama tanıtmak değil asla kendimi, yeni birisiyle baştan aşağıya tanışmak yorucu geliyor artık. Onların kafalarında verdiğim cevaplara, kurduğum cümlelere göre oluşan bir özgeçmiş dosyası istemiyorum. Ya sadece kısa sohbet anları oluşturan insanlar olsun ya da beni zamanla tanımaya hazır olacak insanlar çıksın karşıma. Nazım bir şiirinde diyor ya;  ‘Ben artık şarkı dinlemek değil,  Şarkı söylemek istiyorum.’diye.  Aynen öyle bir noktada, ben artık kendimi an

CAHİT ZARİFOĞLU

Resim
ZARİFOĞLU VE ŞİİR    Tanıdığımız bir çok şairin bir lakabı vardır. Attila İlhan’ın Kaptan, Rıfat Ilgaz’ın Koca Çınar, Can Yücel’in Baba... Bu lakapların arasında sadece bir şairi “Zarif” olarak tanıyoruz. Aristo, artist gibi lakaplarıyla da bildiğimiz Cahit Zarifoğlu.  Kimseye muhtaç olmadan yaşamak isterdi hep, kendi ayakları üzerinde yaşamını sürdürürdü. İnsanlardan, onların karmaşalarından kaçma uğraşı içinde olması, yalnızlığı seçme isteği, onu sessiz ve daha sakin bir hayata itmişti. Onun bu hallerini bilgelik ve düşünce tarzına yükleyen yakın çevresi ve arkadaşları bir süre sonra şairin “Aristo Cahit” olarak tanınmasında büyük pay oynamışlardı .    Her ne kadar yaşamayı seviyor ve her anını dolu geçirmeyi biliyor olsa da çoğu zaman suskun ve sessiz birisi olmuştur.  Onun bu hallerini anlayabilmek elbetteki güçtü  fakat onun şair kişiliğine bu durumun etkisi  zaten  belki de  çokça tartışılmıştı.  1960'lı yıllardan itibaren Türk şiirinin en önemli sorunlarından biri "imge

BİLMEM NE

Resim
          Bazen insanlara ağır çekim bakıyorum ve o anlarda hayatımın öylece kalmasını istiyorum. Başım ağrıyor seslerinden, bahsettikleri mevzulardan, öfkelerinden, paylaşamadıklarından... Ç ok mu hızlı yaşıyoruz bilmiyorum ama  bazen hayatın bir çok noktası o kadar hareketli geliyor ki  biraz daha yavaş mı olsak diyorum kendi kendime. H ayatın tadına varamadan günleri  bu kadar çabuk ve hızlıca bitirmek saçma geliyor.  Yaptığımız her şey telaşlı ve içimiz anlık bitirme istekleriyle dolu.  Hiç bir şeyin tadına ve keyfine varamadan tüketiyoruz  duygularımızı, işlerimizi, yaşantılarımızı... Doyumsamak nedir bilmeden israf ediyoruz yaşayabilecek olduğumuz bir çok hissi, duyguyu ve nicelerini. Hayatımız  yavaşça aksa keşke her şeyin tadına varabilsek, zamanın kıymetini anlasak. Ertelemeden yaşamayı öğrenebilsek mesela, nefes alabiliyorken aldığımız nefesin kıymetini bilsek ve onun içini doldurabilsek usulca, yavaşça.  Belki şehirde yaşamaktır hayatımızın  dezavantajı kocaman, kalabalık, g

GALATA KANTOSU

Resim
     Galata Kantosu / Ece Ayhan ... Mübeccel Mübeccel ben ben olayım da seni hiç anlamayayım ha N’olur uzat bacaklarını Galata’dan denizlere uzat uzat da Zırlamadan anlat on ikisi de deli olan kardeşlerini Mübeccel Anlat kimlerin yüreğinde Kız Kulesi gibi grev çivileri var Kimler boş sarnıçlara iğilmiş ha bağırır ha bağırır Sen kahırlanma bana gözlerim Çin’de benim çiçek bahçelerine kaçmış Benim hiç Çin’de bir ablam olmamış hiç çiçekçi dükkânımolmamış Geceleri Galata’da gülerken bacaklarımız uzamış alıştık artık ölüme Diyeceğim şu İvan Milinski: ölüm için ayırdık geceleri gülerken Galata’da (27 Temmuz 1957 ) Çi çek Pasajı  Tanzimat döneminde, Sultan Abdülhamit ve Sultan Abdülaziz tiyatro seyretmek için Beyoğlu'nda, İstiklal Caddesi ile Sahne Sokağı'nın kesiştiği köşede yer alan ünlü Naum Tiyatrosu'na gelirlerdi. Verdi'nin "II Trovatore" adlı ünlü operası da, Paris'ten önce İstanbul'da bu tiyatroda sahnelenmiştir. Naum Tiyatrosu, sahnelenen İtalyan oper

TOMRİS UYAR

Resim
Ülkü Tamer’den Bahsetmezsek Olmaz   Ülkü Tamer, Tomris Uyar’ın ilk eşiydi. Aynı kolejde okumuşlardı, birbirlerini okurken sevmiş ve mezun olduktan sonra aşklarını evlilikle taçlandırmışlardı. Ülkü Tamer de şair, gazeteci, oyuncu ve çevirmendi. Hatta Cemal Süreya ile  “Papirüs”  isimli bir dergi çıkarıyorlardı ve kurucuları arasına daha sonra Tomris Hanım da eklenecekti. İkilinin güzel başlayan evlilikleri maalesef talihsiz sonuçlandı. Çocukları olmuştu ve ismi de Ekin’di. Ekin, henüz birkaç aylıkken sütten boğularak hayatını kaybetti. Bu talihsiz kaza çiftin evliliklerini sürdürememesiyle sonuçlandı. İkili ilişkileri hakkında daha sonra pek konuşmadı. “Türk Edebiyatı’nın En Verimli Aşkı” ile Cemal Süreya Ankara’da, Sanatseverler Derneği’nin bir toplantısında tanıştılar Tomris Hanımla. Her ikisi de evliydi. Tomris Uyar’ın evliliğinin son dönemleriydi. Kendisi daha sonra şöyle anlatır ilk karşılaşmalarını: “ O bana herhalde bir arkadaşıyla, yani Ülkü Tamer’le evli ve edebiyata düşkün gen